Gerçek Algı
Gerçek Algı
Gerçek ile görünen arasında ki bağ ne kadar yanıltıcı ise; görülen ile yansıyan arasında ki bağ o kadar gerçektir. Gerçeğin yansıtma araçları ile hapsolduğu o yanıltıcı yanılsamalar içinde her fotoğrafçı kendi düşünce yapısı; ve kendi dünyasının yansımalarını kadrajına yerleştirmeye özel bir önem gösterir. Bu önem çoğunda bilinçsizce yapılmış bir tercihler olarak karşımıza çıkar. Fotoğraf karesi olarak seçtiğimiz şey! Bizim tercihli bakışımızın yansıması ve bir o kadarda baktıklarımızdan ayırdığımız gördüklerimizdir. Her şey’e bakabiliriz zaten bilinçsiz olarak yaşamda her şeye bakmaktayız da, ancak bazı şeyleri göre bilir; ancak bazı şeylerin farkına varabiliriz. Fotoğrafçı bu farkındalık ile yaşamı filmine yada günümüz koşullarına uyarlarsak karesine yansıtmış olmaktadır. En eski erken fotoğrafçıların çalışma koşullarındaki zorluklara rağmen göstermiş oldukları özveri ve çalışma disiplinleri ile dünya fotoğrafına yapmış oldukları katkılar bu farkındalıklarının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Deneysel amaçlıda olsa ilk fotoğraf karesinin ardında çekilen nice fotoğrafta, fotoğrafçı kendi düş dünyası; kendi yaşam görüşleri kendi ilgi ve farkındalıklarını karelere yansıtmış ve günümüze kadar uzanan bu süreçte mihenk taşlarına dönüşmüşlerdir. Evet; bakmak ve görmek; tamda John Berger’in Görme Biçimleri isimli kitabında defalarca kanıtladığı gibi bir birinden farklı ve bir birinin ancak fotoğrafçı yaklaşımı ile tetikleyicisi konumundadır. Fotoğrafçılar yaşamdan kopardığı anları kendi gördüklerine dönüştürüp; o edilgen ve masum fotoğraf makinesini kullanarak izleyicisine sunmaktadır. Fotoğrafçı bu anlamda, anlarla dolu bir biri ardına süzülüp gelen görüntüler silsilesinde izleyici ile paylaşmayı arzuladığı ve öncesini sonrasını yadsıyıp sadece bir şimdi yi görsel bir materyal olarak tarihe ve zamana meydan okurcasına gün yüzüne çıkarmaktadır. Tam bilinmez ama belki bende bu anlamda fotoğrafın bakmaktan ziyade bir görme edinimi olduğunun kanıksamış olmanın bilinci ve farkındalığı ile dünyanın geçişinden arda kalanları fotoğraf karelerine dönüştürüyorum. AFSAD lı yıllar boyunca gerek temel eğitim süreci gerekse ileri düzey çalışmalarda, bakmanın ötesine geçme çabası beni sürekli eylem ve yaşamı sorgulamama sebep oldu. Afsad üyeliği ile fotoğrafın o kendisine has dünyasına dahil olduğumu hissetmenin vermiş olduğu rahatlık ve gerek aldığım eğitimler, gerekse afsad bünyesindeki etkinliklerle fotoğrafın bir yaşam biçimi olabileceğine dair inancın katlanarak arttı. Artık diyebilirim ki dünyayı sadece baktıklarımla değil; gördüklerimlede sorgulaya biliyorum. Bir fotoğrafçının en güzel sorgusu ise hiç kuşkusuz objektifini çevirdiği yöndür. Bu anlamda karelerde özellikle yaşam ve unsurları; fotoğrafın o zaman kavramını an be an durduran, ve her baktığımızda bize farklı bi şeyler fısıldayan sözcüklerine katkım olmasından dolayı mutluluk duyuyorum. Afsad temel eğitim sürecinin ardından gelen karanlık oda çalışmaları ve atölyelerde aldığım görevlerle bu görüşüm kendisini pekiştirerek; fotoğraf anlayışımı oluşturan etmenlere dönüştü. Artık fotoğrafın ne olduğu yada ne olmadığından ziyade; fotoğrafın neyi anlatmaya çalıştığı ile ilgilenirken; fotoğraf karesinin içeriğinde insan ve yaşam konusu sanırım o hümanist çizgideki insanların yaşamlarındaki yansımalardan nasibini almış biri olarak; fotoğrafın o nesnel duruşuna destek olmaktayım.